Friday, October 20, 2006

FAIZ DISI FAZLA

ANKARA- Maliye Bakanlığı, Ocak-Nisan dönemini kapsayan dört aylık dönemde 9.8 katrilyon liralık faiz dışı fazla, 10.2 katrilyon liralık bütçe açığı oluştuğunu duyurdu. Bütçe açığı nisan ayında 3.26 katrilyon lira olarak gerçekleşirken aynı ayda faiz dışı fazla ise 1.9 katrilyon lira oldu.

Maliye Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre , ilk dört aylık dönemde, konsolide bütçe gelirleri ise yüzde 29.6 oranında artarak 31 katrilyon 839 trilyon lira oldu. Buna karşılık giderler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0.6 artarak 42 katrilyon 184 trilyon liraya ulaştı. Sözkonusu dönemde vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 27.5 oranında artarak 24 katrilyon 734 trilyon lira, vergi dışı normal gelirler ise 5 katrilyon 854 trilyon lira olarak gerçekleşti.

Bu dönemde, personel ödemeleri 22 katrilyon 107 trilyon lira, sosyal güvenlik kurumlarına ödenen devlet primleri 9 katrilyon 875 trilyon lira, faiz giderleri ise 20 katrilyon 77 trilyon lira, cari transferler 8 katrilyon 646 trilyon lira oldu. Faiz ödemeleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13.4 oranında azaldı.

Öte yandan nisan ayında bütçe açığı 3 katrilyon 26 trilyon lira, faiz dışı fazla ise 1 katrilyon 951 trilyon lira olarak gerçekleşti. Nisan ayında konsolide bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 6.1 azalarak 11 katrilyon 345 trilyon lira olurken, konsolide bütçe gelirleri yüzde 29.5 oranında artarak 8 katrilyon 85 trilyon lira oldu. Nisanda personel giderleri 2 katrilyon 354 trilyon lira, sosyal güvenlik kurumları devlet primleri 311 trilyon lira, faiz giderleri 5 katrilyon 211 trilyon lira, cari transferler 2 katrilyon 396 trilyon lira, sosyal güvenlik kurumlarına transferler 1 katrilyon 498 trilyon lira ve tarımsal destekleme ödemeleri 782 trilyon lira oldu.

İZMİR- Hazine Müsteşarı İbrahim Halil Çanakçı, 2004 yılı bütçesi hazırlanırken ilave önlem ihtiyacının yüzde 1.6'ya gerilediğini belirterek, "Bu şu anlama geliyor. Mevcut gelir ve harcama politikalarının devam etmesi durumunda, mevcut yapının korunması durumunda, Türkiye'de kamu maliyesi yüksek oranlı bir faiz dışı fazla üretme kapasitesine ulaşmıştır" dedi.

4. Türkiye İktisat Kongresi'nde "Sürdürülebilir Yüksek Büyüme ve Makroekonomik İstikrar Paneli"nde konuşan Çanakçı, Türkiye'nin sürdürülebilir yüksek büyüme ve makroekonomik istikrarın tesisinde hem kendi potansiyeli hem de diğer ülke deneyimleri ile kıyaslandığında yeterli performansı gösteremediğini kaydetti.

Özellikle 1990'lı yıllarda düşük performans ve makroekonomik istikrarsızlığın çok daha belirgin hale geldiğini söyleyen Çanakçı, bunun mali disiplinden uzaklaşılması ve yapısal değişimlerin gerçekleşememesinden kaynaklandığını belirtti. Bunların yapılamamasının kamu finansmanı ve büyümenin kırılgan hale gelmesine yol açtığını kaydeden Çanakçı, yüksek enflasyon ve reel faizler ile borç stokunun büyüklüğünün 90'ların karakteristik özelliği olduğunu söyledi.

Uygulanmakta olan ekonomik programın geçmişten gelen tecrübelerden çıkarıldığını vurgulayan Çanakçı, temel hedefin, makroekonomik istikrarın tesisi ve sürdürülebilir büyüme hızının kalıcı hale getirilmesi olduğunu kaydetti.

Faiz dışı fazla

Program gereğince borç stokunda kalıcı düşüş için faiz dışı fazla verilmesinin benimsendiğini hatırlatan Çanakçı, bu çerçevede mevcut verilere göre geçen yıl yüzde 6.5 faiz dışı fazla verildiğini söyledi.

Çanakçı, "Mart ayında ortaya konan tedbirle bu yıl da faiz dışı fazlada yüzde 6.5 hedefine ulaşılacağını bekliyoruz. Mart sonu itibariyle elde etmiş olduğumuz veriler, faiz dışı fazla için belirlenen hedefin önemli ölçüde aşıldığını göstermektedir" diye konuştu.

Faiz dışı fazla verilmesi için geçmişte birtakım ek önlemlere ihtiyaç olduğunu hatırlatan Çanakçı, "Bu çerçevede 2003 yılının başında GSMH'nın yüzde 4.6'sı oranında bir tedbir paketi yürürlüğe konulmuştur" dedi.

Türkiye'nin yüksek faiz dışı fazla hedefini yakalayabilmesi için sağlıklı ve sürekli gelir kaynakları yaratması ve kamu harcamalarında tasarruf yapması zorunluluğuna herkesin katıldığını söyleyen Çanakçı, bu anlayış çerçevesinde kamu kesiminde çok kapsamlı bir reform programının yürürlüğe konulduğunu kaydetti.

Kamu sektöründeki reformlar hakkında bilgi veren Çanakçı, bunların mali disiplinin kalitesini de artırdığını kaydetti.

2004 yılı bütçesi hazırlanırken ilave önlem ihtiyacının yüzde 1.6'ya gerilediğini söyleyen Çanakçı, "Bu şu anlama geliyor. Mevcut gelir ve harcama politikalarının devam etmesi, mevcut yapının korunması durumunda, Türkiye'de kamu maliyesi yüksek oranlı bir faiz dışı fazla üretme kapasitesine ulaşmıştır" diye konuştu.

Finansal sektör ve özel sektörün ekonomideki rolünün artırılmasına da değinen Çanakçı, özelleştirme programının geçen yıl daha çok küçük ve orta ölçekli kuruluşlarda yoğunlaşırken, bu yıl büyük ölçekli özelleştirmelere öncelik veren bir programın uygulandığını kaydetti.

Bir çok koldan yürütülen bu çalışmaların sürdürülebilir büyüme ortamına katkı sağlayacağını vurgulayan Çanakçı, mali disiplin ve yapısal reformların kararlılıkla uygulanmasının, sonuçlarını vermeye başladığını,bu çerçevede bu yıl yüzde 5'lik büyüme hedefine rahatlıkla ulaşılabileceğinin görüldüğünü açıkladı.

"Borç stoku eriyor"

Mali disiplinin en somut yansımasının borç stokunun milli gelire oranında görüldüğünü anlatan Çanakçı, 2001 yılında milli gelirin yüzde 91'i oranda olan borç stokunun, 2003 yılında 70.5'e gerilediğini kaydetti. Çanakçı, "Yapmış olduğumuz analizler, mevcut parametrelerin devam etmesi durumunda borç stokunun milli gelire oranının 2008 yılında yüzde 50'ye düşeceği yönündedir" diye konuştu.

Çanakçı, mali disiplinin büyümeye, sınırlayıcı değil, pozitif yönde etki yaptığını kaydetti.

Türkiye'nin sürdürülebilir büyüme ve makroekonomik istikrar konusunda önemli bir başlangıç yaptığını ve kuvvetli bir zemin oluşturduğunu belirten Çanakçı, ancak enflasyonun kalıcı olarak tek haneye düşürülmesi ve borç stokunun azaltılması için halen kat edilmesi gereken bir mesafe olduğunu söyledi.

Yapısal reformların birçok alanı da kapsayacak şekilde devam ettirilmesinin önemine de dikkat çeken Çanakçı, bu kapsamda, gelecek dönemde yapısal reformların; kayıtdışı ekonominin kontrol altına alınması, kamu ve özel sektörde iyi yönetişim ilkelerinin uygulamaya konulması ve piyasa mekanizmasının etkin işleyişini temin edecek hukuki altyapının oluşturulması alanlarında olacağını kaydetti.

Son yıllarda çok kullandığımız sözcüklerden birisi de faiz dışı fazla. Faiz dışı fazla verilmesi, faiz ödemeleri dışarıda tutulduğunda bütçenin fazla vermesi anlamına gelir. Yöni bütçe gelirleri faiz dışındaki bütçe giderlerini karşılamakta ve bir miktar da fazla verilmektedir. Bu gelir fazlası ile faiz ödemelerinin bir kısmı gerçekleştirilir. Faiz ödemelerinin kalan kısmı borçlanmayla karşılanır. Bunun sonucu, borç stokundaki artışın faiz ödemelerinden daha az olmasıdır.

Reel faizler, büyüme hızı ile aynı düzeyde ise, bu durum faiz dışı fazla verilmesi ülkenin borç yükünde azalma sağlar. Faiz dışı fazlanın olumlu bir gösterge olarak değerlendirilmesinin temel nedeni budur.

Faiz dışı fazla verildiği iddiası yanıltıcıdır denirse ve bunu bir devlet kurumu, hem de denetimle görevli bir devlet kurumu derse. İşte bu noktanın altının çok kalın çizgilerle çizilmesi gerekiyor.

Sayıştay’ın yayınlamış olduğu raporda durumun vahameti şöyle açıklanıyor; Faiz dışı fazla verildiği iddiası yanıltıcıdır. Bunun temel sebepleri şunlardır;

Yüksek reel faiz ödendiğinde ve faiz ödemeleri aşırı bir büyüklüğe ulaştığında faiz dışı fazla anlamsız bir gösterge haline gelmektedir.

Kayıtdışı bütçe işlemleri sebebiyle, mevcut bütçe rakamlarına dayanılarak yapılan hesaplamalar yanlış olmaktadır.

Mevcut bütçe verileri incelendiğinde son yıllarda faiz dışı fazla verildiği görüntüsü ortaya çıkmaktadır. Ancak, bütçe açığının önemli bir kısmı gizlendiğinden bu görüntü yanıltıcıdır. Örneğin, 1999 yılında dış borçlanma ile finanse edilen genel ve katma bütçeli kuruluşlar tarafından kullanılan 605 trilyon lira civarındaki harcama bütçeleştirilmemiştir.

Bütçeleştirilmeyen giderler içinde bir kısım faiz ödemelerinin de yer alıyor olması, faiz dışı fazla hesaplarında hata yapılmasına yol açan diğer bir unsurdur.

Faiz dışı fazla verilmesi durumunda borç stokundaki artışın faiz ödemelerinden daha az olacağı açık bir gerçekliktir. Ancak, bütçe uygulama sonuçlarına ve borç stokunun gelişimine bakıldığında bu şartın yerine gelmediği görülmektedir. Bu da, faiz dışı fazla verildiği iddiasının yanıltıcı olduğunu teyit etmektedir.

1971 yılından 1999 yılına kadar borç stoku sürekli olarak artış trendi göstermiş ve faiz ödemelerinden fazla artmıştır. Bütçe dışı harcamaların niteliğinin tam olarak tespit edilememesi faiz dışı dengenin ölçülememesi sonucunu doğurmaktadır.

Yüksek reel faiz ödendiği durumlarda faiz dışı fazla verilmesi, borç yükünün azaldığını gösteren bir gösterge değildir. Bu değerleme kriteri bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilmektedir.

Faiz harcamalarının aşırı şekilde artması da faiz dışı fazla verilmesine yol açar. Bu durumda faiz dışı harcamaların önemli ölçüde kısılması gerekecek. Ancak böyle bir durumda faiz dışı fazla verilmesi borç yükünün azaldığını göstermez, tam tersine ağırlaşan borç yükü nedeniyle ortaya çıkar.

Yukarıda sıralanan sebeplerden dolayı faiz dışı fazla göstergesi yanıltıcı bir gösterge niteliğindedir. Bu kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine ve ekonomi ile ilgili verilere olan güvenin sarsılmasına sebep olmaktadır.

Önemli olan faiz dışı fazla değil borç yükünün ağırlığıdır. Yani borç yükümüz artıyor mu? Artmıyor mu? Önemli olan gösterge budur.

EKONOMİYLE ilgilenip de iktisat eğitimi almadıklarını sandığım çevrelerde en çok kafa karıştıran terimlerin başında faiz dışı fazla kavramı gelmektedir.

Daha öce bu konuda birkaç yazı yazmış olmama rağmen, bir kez daha farklı bir biçimde bu konuyu açmanın yararlı olabileceğini düşünüyorum.

Matematiksel olarak faiz dışı fazla şu şekilde tanımlanabilir:

Bütçe dengesi = Toplam gelirler - Toplam harcamalar

Toplam harcamalar = Faiz dışı harcamalar + Faiz harcamaları

Faiz dışı denge = Toplam gelirler - Faiz dışı harcamalar

Toplam harcamalar toplam gelirlerden büyükse bütçe açığı ortaya çıkar. Fakat, bütçe açığı faiz harcamalarından küçükse faiz dışı fazla oluşmuş demektir.

BİR ÖRNEK

Bir tüccar düşünün ki, 100 birim borç almış ve belli bir vade sonunda aldığı borcu 10 birim faiziyle beraber geri ödeyecektir. Vade geldiğinde, tüccar aldığı 100 birim borcu ödeyememekte, hatta 10 birim faizini de ödeyememektedir. Bununla da kalmayıp anapara ve faiz borcu olan 110 birim borcun üzerine 10 birim daha borç istemektedir. Yani, vade geldiğinde, eski borçlarını ödeyemeyip 120 birim borç talep etmektedir. Bu tüccar bütçe açığı verdiği gibi, faizin üzerindeki borç ihtiyacı kadar faiz dışı açık da vermektedir.

Bir başka tüccar düşünelim. Belli bir vade için 100 birim borç alsın. Vade sonunda 100 birim borcunu ve 10 birim faizini ödeyecektir. Vade geldiğinde, 100 birim borcunu ödeyememekte, 10 birim faiz borcunun ise ancak 6 birimini ödeyebilmektedir. Bu tüccar borcunun vadesi geldiğinde yeniden 104 birim borç bulma durumundadır. Tüccarın 6 birim faiz dışı fazlası vardır.

Şimdi Türkiye ekonomisi de bu durumdadır. Bundan 4-5 yıl önce ilk tüccarın durumundaydı. Üç yıldır da ikinci tüccarın durumuna gelmiştir. Yani, borçlarının ana parasını yeniden borçlanmakta, faiz borçlarının ise tümünü değil, bir kısmını yeniden borçlanmak durumundadır. Ama, hálá bütçe açıkları vermektedir. Faiz borçlarının tümünü de ödeyebilecek duruma geldiğinde, bütçe de dengede olacak demektir.


BORÇ AZALMAZ

Hiçbir devlet tüm borçlarından kurtulacakmış gibi bir ekonomi politikası uygulayamaz. Borç ana paraları daima döndürülür. Borç yeni borçlanmayla kapatılır. Borcun azalması demek bütçe fazlaları vermek demektir. Bütçe fazlası vermenin de açık vermek gibi olumsuz yönleri vardır. Dolayısıyla, ekonomi politikalarının uzun dönemli amacı yeni borçlar yaratmamak olmalıdır.

Vadesi gelen faizleri ödeyip faiz ödemeleri için yeni borçlanmalar yapmak durumunda olmayan bir devlet dengeli bir bütçe yönetiyor demektir. Ekonomi büyüyüp devletin gelirleri arttıkça borçları çevirmek elbette çok daha kolaylaşacaktır.

Faiz dışı fazlanın önemi borçların artış hızını etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Ne kadar fazla faiz dışı fazla verilirse, vadesi gelen faiz borçlarının o denli yeniden borçlanmadan ödendiği anlaşılmalıdır. Faiz dışı fazla arttıkça borçların artma hızı da düşmektedir. Türkiye’nin de son üç yıldır yapmaya çalıştığı budur.

  1. "devletin 100 tl geliri olsun. 140 tl de gideri. bu giderini de detaylı verelim. devletin maaş ödemeleri, genel giderleri ve yatırım giderleri 90 tl olsun. faiz giderleri de 50 tl olsun. toplam gider unutmayalım 140 tl idi, 50 faiz, 90 diğer giderler. yani kırk açığımız var.

    şimdi 50 faiz giderini çıkartalım. yani geçmişte alınmış borcun faiz yükünü göz önüne almayalım. bu durumda faiz çıktıktan sonra giderler 90 ve gelirler 100 olduğu için faiz hariç fazla verirdik, bu fazla da faizin bir kısmını (sadece 10 kadarını) ödeme gücümüz olduğunu gösterir, ama hepsini ödememize yetmezdi, yani kırk açık kadar borcumuzu arttırmak zorunda kalırdık. şimdi açık vermeyecek isek, gelirleri arttırmak, faiz dışı giderleri de düşürmek zorundayız, çünkü borç faizini bir kere baştan kabullenmişiz. yani yapmamız gereken faiz dışı fazla rakamını yükseltmek, faiz yükünü de azaltmak."


  1. efendim, bilindiği gibi üçüncü dünya ülkesi bir devletin gelirleri üzerindeki en büyük hak sahibi onun alacaklılarıdır; faiz miktarının hiçbir şekilde sorgulanması söz konusu değildir, faiz kutsaldır. kutsal olduğu için de ciddi bir şekilde vergilendirilmesi de söz konusu değildir; zaten devletin bir eliyle verdiği paradan öbür eliyle vergi kesmesi düşünülemez ve dünya üzerinde bunun örneği yoktur.

    alacaklı olmayan vatandaşlarının bu devletin gelirleri üzerinde herhangi bir hakkı varsa, o ancak alacaklıların kutsal faiz ödemeleri yapıldıktan sonra söz konusu edilebilir. ilk hak sahibi olan alacaklılar piyasa tabusu'nun kendilerine bahşettiği faiz gelirlerini aldıktan sonra da üçüncü dünya ülkesinin bütçesi fazla verirse, o ülkenin borç yükü azalabilir; bu kavramın üçüncü dünya ülkeleri için bu kadar önemli olmasının ve bu kadar sık gündeme gelmesinin nedeni budur.

    bu konuda görüşüne en çok güvenilecek ekonomistler, faiz geliri elde eden bankaların yönetim kurulu üyeliği olan, bu bankalara danışmanlık ve eğitim veren, bu bankaların sahiplerinin gazetelerinde yazan ekonomistlerdir. bu zatlar konuyla yakından ve bizzat ilgilendikleri için sade vatandaşlara bu konudaki gerçekleri bir bir anlatırlar ve bu konudaki en güvenilir ve açık gazete makalelerini yazarlar.
  1. reel faiz disi fazla tanimi icin


    faiz dışı fazlayı mümkün olduğunca basite indirgeyip anlatabilmek moda oldu son zamanlarda. sanki basitleştirip de anlayınca sorun çözülebilirmiş gibi. önce elden geldiğince basite indirgeyerek anlatmaya çalışayım faiz dışı fazlayı. bütçenin giderleri, gelirlerinden büyükse bütçe açığı var demektir. bütçenin giderleri ikiye ayrılabilir: (1) faiz giderleri, (2) faiz dışı giderler. eğer bütçe gelirleri faiz dışı giderlerden büyükse o zaman faiz dışı fazla var demektir. bir ülkenin bütçesinin denk olması iyi bir şeydir. ama böyle bir denklik yoksa, yani ülkenin bütçesi açık veriyorsa, bir başka deyişle gelirleri giderlerine yetmiyorsa, o zaman o ülkenin bütçesinin faiz dışı fazla vermesi zorunluluğu vardır. çünkü o zaman o ülkenin gelirleri faiz dışı giderlerinden fazla olacağı için gelir fazlası miktar faiz giderlerinin ödenmesinde kullanılabilir. faiz giderlerini karşılamak için de borçlanmaya gidilmesi sıkıntılar yaratır. eğer bir ülkenin gelirleri faiz dışı giderlerini bile karşılayamıyorsa, yani bir ülke geçmişte aldığı borçların faizlerini ödemek için bile borçlanıyorsa, gün gelir o ülke borçlarını ödeyemez. çünkü o ülkenin kamu yönetimine borç veren kalmaz. faiz dışı fazlanın önemi buradan kaynaklanıyor. imf'nin bize faiz dışı fazla verdirmeye çalışmasının ve bu fazlayı mümkün mertebe yüksek tutmaya çalışmasının nedeni budur.
    faiz dışı fazla hesaplanırken bütçe ve bütçe dışı faiz dışı fazlalar toplanır ve gsmh'ye bölünür. bütçe dışındaki faiz dışı fazlalar (ya da açıklar) kamu iktisadi teşebbüsleri (kit'ler), mahalli idareler, sosyal güvenlik kurumları, bütçe dışı fonlar ve döner sermayelerden kaynaklanır. bunların tek tek faiz dışı fazla( ya da açıkları) toplanır ve gsmh'ye oranlanırsa türkiye'nin faiz dışı fazla oranı bulunmuş olur.

    faiz dışı fazla genellikle şöyle bir formülle hesaplanır: gelirler - faiz dışı giderler = faiz dışı fazla / gsmh. yüzde 6.5 olarak tutturulması gereken oran budur. bunun en büyük bileşeni bütçedir. o nedenle de asıl fırtına bütçe çevresinde kopmaktadır. bütçe faiz dışı fazlası olarak imf'nin koyduğu oran 2002 için yüzde 5.5 idi. geri kalan 1 puan da bütçe dışındaki kuruluşlardan gelecekti. ne var ki 2002 yılı bütçe faiz dışı fazlasının yüzde 4.5'te, hatta imf'nin hesaplamasında merkez bankası kârları hesaba katılmadığı için yüzde 3.5'te kaldığı anlaşılıyor. yani yüzde 5.5 olarak konulmuş bulunan bütçe faiz dışı fazla hedefi yüzde 3.5'te kalmış durumda. bunun iki kötülüğü var: (1) 2002 hedefinin tutturulamamış olması, (2) 2003'teki yüzde 5.5'lik hedefin tutturulmasını zorlaştırması. 2002'de eğer yüzde 5.5'lik hedef tutmuş olsaydı o zaman 2003'te önemli şeyler yapmaya gerek kalamayacaktı. ne var ki bu hedef sapması 2003'te yeni vergiler ya da gider kısıntılarını kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor. hükümet birtakım yeni gelir kalemleri ve gider kısıntılarını bütçeye monte ederek bu oranı tutturacağını iddia ediyor, imf ise hükümetin bu düzenlemelerinin istenen artışı sağlayamayacağını iddia ediyor. imf'nin tezlerini biraz daha kurcalarsanız başta kdv olmak üzere, vergi oranlarının artırılması ve başta ücretler ve desteklemeler olmak üzere gider kalemlerinin kısılmasını istediği ortaya çıkıyor. imf'ye göre gerçekçi düzenleme ancak böyle yapılabilir. hükümet ise imf'nin afaki bulduğu düzenlemelerinin yüzde 5.5'lik bütçe faiz dışı fazla hedefini tutturacağı iddiasında ısrar ediyor.

    faiz dışı fazlanın yüksek olması iyi bir şeydir, ama kolay değildir. bunu sağlamak için ya gelirleri artırmak veya giderleri kısmak ya da her ikisini birden yapmak gerekir. gelirleri artırmak bütçe açısından vergileri artırmak, mahalli idareler açısından halktan alınan katkı paylarını ve vergileri artırmak, kit'ler açısından fiyatları artırmak, sosyal güvenlik kurumları açısından ise katkı paylarını ve primleri artırmak demektir. bunların hiçbiri iktidar açısından popüler konular değildir. giderleri kısmak ise devletin yatırımlarını azaltmak, memur maaşlarını yükseltmemek, destekleme fiyatlarını artırmamak demektir. bunların hepsinin ucu vatandaşın cebine dokunur.

    özetle faiz dışı fazlayı basite indirgeyip anlatmak mümkündür de basit biçimde uygulamak pek mümkün değildir. bir başka deyişle sorunun esası, olayı anlayıp anlatamamaktan değil, anlayıp da uygulayamamaktan kaynaklanır.

Faiz dışı faiz dışı mı?

ENFLASYONİST bir ortamda, faiz hesaplarında mutlaka bir enflasyon düzeltmesi yapılması gerektiğini yazmıştık.

Bu düzeltme, cari fiyatları sabit fiyatlara indirgeme işlemi değildir. Akılda kalması gereken şudur: Faiz hesabında enflasyon düzeltmesi, alınan veya verilen faizden, enflasyonun ana para üzerinde yarattığı eksilmeyi düşmektir.

Ana parası döviz olan varlıkların veya borçların, alınan veya verilen faizleri, reel faiz kabul edilir. Yani burada bir enflasyon düzeltmesine gerek yoktur. Çünkü borcun veya alacağın ana parası, TL.'deki enflasyondan etkilenmez. Dolayısıyla ana parada bir değer aşınması olmaz. Ancak, Türkiye'de yürürlükte bulunan vergi mevzuatına göre, tüzel kişilerin (şirketlerin) dövizli varlıkları veya borçları yol sonunda, cari kurdan değerlenmekte ve adına ‘‘kur farkı’’ denilen bir gelir veya gider hesaplanmaktadır. Kur farkının gelir veya gider olmadığı kesindir. Ancak, tüzel kişilerin aldıkları veya ödedikleri nominal TL. faizlerde de, bir enflasyon düzeltmesi yapılmadığı için hesap tutarlılığı açısından, kur farkına gelir veya gider diye bakmak uygun olmaktadır. Nitekim enflasyon muhasebesinde, hem faizler düzeltilmekte hem de kur farkları iptal edilmektedir.

* * *

Gelelim faiz dışı fazla hikáyesine. Devletin ödediği (veya ödeyeceği) TL. faiz giderleri hesaplanırken enflasyon düzeltmesi yapılmamaktadır. Dövizli borçların ana paraları üzerinden kur farkı gideri hesap edilmezken, dövize endeksli iç borçlar üzerinden kur farkı hesap edilerek faiz giderlerine ilave edilmektedir. Dolayısıyla, bütçede yer alan faizler, nominal faizdir, ‘‘reel faiz’’ değildir. Dolayısıyla, faiz adı altında yapılan ödemelerin bir kısmı, ‘‘faiz değil, ana para geri ödemesi’’dir. Ana para geri ödemesi olduğu için de ‘‘gider’’ değildir. Özet olarak, bütçede yer alan faiz harcamaları olduğundan fazla gösterilmektedir. Bu bilinen bir hatadır. Mesela 2003 için öngörülen faiz harcamaları 65 katrilyon liradır. Yılbaşı itibarıyla 150 katrilyon TL. olan kamu borçlarının yüzde 80'i, yani 120 katrilyonu TL. cinsindendir. 2003'te enflasyon yüzde 20 olsa, 24 katrilyonluk bir ana para aşınması ortaya çıkar. Demek ki, her şey öngörüldüğü gibi gitse, 2003 yılında devletin faiz harcamaları 65 değil, 41 katrilyon lira olacaktır. Günümüz şartlarında Türkiye'nin en önemli makro ekonomik denge göstergesi, ‘‘kamu borçlarının, milli gelire oranı’’nın artmamasıdır. Bu oranın sabit kalması için, faiz dışı fazla vermek şarttır. Bunun hesabı şöyledir: Kamunun ödeyeceği reel faiz yüzdesinden, milli gelir artış yüzdesi çıkartılır, kalan yüzde denge için gerekli ‘‘faiz dışı fazlanın milli gelire oranıdır’’. Bu sağlanabalirse, pay ve payda aynı yüzdede artmış olacağından ‘‘Kamu Borç Stoku/Milli Gelir’’ oranı değişmez. Bu basit bir hesaptır. Ancak hesabı oluşturan değişkenlere hákim olma o kadar basit değildir. Mesela, enflasyon öngörüldüğü gibi % 20 olsa, milli gelir umulan kadar artsa, mutlak rakam olarak faiz dışı fazla da tutturulsa, sadece nominal faizler öngörülen seviyelere düşmese ‘‘Borç/Milli Gelir’’ oranı büyür. Tersine, milli gelir (2002'de olduğu gibi) umulandan fazla artarsa, faiz dışı fazla mutlak rakam olarak tutmasa da ‘‘Borç/Milli Gelir’’ oranı küçülür. Bütçedeki faiz dışı fazlayı tutturmak, zannedildiği gibi, tek başına bir hedef değildir. Mesele, makro dengeyi bozmamak, hatta iyileştirmektir.

SON SÖZ: Reel faiz bilinmeden, faiz dışı fazla hesaplanamaz.

No comments: